Doç. Dr. Çağlar Erbek
Dünya yine kendi dramını oynuyor:
savaşlar, ekonomik çalkantılar, göç rotaları, iklim krizinin radarına girmiş
şehirler. Haber bültenleri adeta felaket broşürü dağıtıyor. Ama dikkat edin—biz
hâlâ pazara gidip domatesin sert olanını seçiyoruz, çocuğun saçını okşuyoruz,
apartman girişindeki kedinin suyunu tazeliyoruz. İnsanlığın büyük kahramanlık
hikâyesi, nedense hep küçük sahnelerde cereyan ediyor.
Belki de asıl sorun şuydu: Bizden
sürekli “tarihi hamle” beklenmesi. Oysa tarihin en uzun ömürlü hamleleri, fark
ettirmeden yapılanlar. Bir selam, bir omuz, bir kapı tutma… Kim bilir, belki
evrensel barışın ilk tuğlası bakkalda sırasını verdiğimiz o gençteydi. Tüm
dünyayı kurtarmaya çalışırken yan binadaki yaşlı teyzeyi unutmuş bir uygarlık
olduk; biraz da bundan battık zaten.
Şimdi ileri saralım… Yakın
geleceğin toplumu büyük ihtimalle mikro iyiliklerle yürüyen bir ekosistem
olacak. “Mahalle diplomasisi” diye bir şey çıkacak mesela—Birleşmiş Milletler’e
gerek kalmayacak, çünkü apartman WhatsApp grubunda kriz çözme becerisi gelişmiş
olacak. Dijital yurttaşlık sadece oy kullanmak değil, linç etmeyip düşünceye
alan açmak demek olacak. En radikal hareket? Bir tweet atmadan önce iki saniye
düşünmek. Devrim gibi geliyor, farkındayım.
Bir de şu var: Küçülmek aslında
teslimiyet değil, metodolojik zarafettir. Daha yavaş yemek, daha az tüketmek,
daha çok dinlemek… Bu çağın lüks kategorisi bunlar olacak. “Minimalizm” artık
dekorasyon tarzı değil; insan kalma biçimi. Kapitalizmin en büyük kabusu da bu
zaten—mutluluğu satın alamadığımızı hatırlamak.
Okullar, iş yerleri, kent
meydanları… Hepsinde aynı soru yankılanıyor: “Ben ne yapabilirim ki?” Çok basit
bir şey. Tek bir şey. Çünkü toplum dediğimiz şey, birbirine ilişmiş milyonlarca
“küçük şey” zaten. Bir öğrencinin gözündeki güven, bir mesai arkadaşının iç
çekişini fark etmek, sokakta çöpe atılmış bir plastik şişeyi görmezden
gelmemek… Devlet politikası gibi durmuyor ama etkisi bazen ondan daha politik.
Hadi samimi olalım: İnsanlık
olarak Nobel barış ödülünü hak etmediğimiz zamanlar çok oldu. Ama komşunun
bahçesine kaçan topu patlatmayıp geri veren çocuk var ya… İşte o ödülü aslında
ona vermeliydik. Büyük iyilikler genellikle küçük bedenlerde başlar çünkü.
Bu hafta sonu, kendimize dev
hedefler koymayalım. Dünya düzenini değiştirmeye girişmeyelim—zaten uğraşan
çok. Sadece yaşamın ritmine küçük bir müdahalede bulunalım: Kahvemizi içerken
telefona bakmayalım, market kasiyerine gerçekten “kolay gelsin” diyelim,
trafikte bir araca yol verelim. Bunlar minicik darbeler gibi görünür ama merak
etmeyin, tarih titreşimi duyar.
Belki de insanlığın beklediği o
büyük kurtarıcı gelmeyecek. Çünkü biz zaten çoktan gelmişiz. Sıradan, yorgun,
hafta sonunu bekleyen, ekmeğini bölüşen hâlimizle…
İşte tam da bu yüzden umut hâlâ
mümkün.
Haydi, dünyayı değiştirelim. Ama
sakın acele etme. Bir kahve iç, derin nefes al. Başlangıç olarak yeter de
artar.
