Doç.
Dr. Çağlar Erbek
Dünya, tarihin her döneminde büyük
değişimlere sahne oldu; fakat bazı kırılmalar öyle olur ki, gürültüsüzdür.
Manşetlere konu olmaz, sokakta kimse fark etmez, ama dengeler derinden ve geri
döndürülemez biçimde kayar. İşte bugün yaşadığımız dönem tam da böyle bir
“sessiz fırtına” çağı. Uluslararası sistemin merkezini sarsan bu fırtına,
şiddetini bağırarak değil, yeni gerçeklikler yaratarak gösteriyor.
Bugün ABD–Çin rekabetinin küresel
düzeni iki keskin hat arasında sıkıştırdığı zannediliyor; oysa perdenin
arkasında çok daha karmaşık bir denklem kuruluyor. Orta Asya’dan Kafkasya’ya,
Doğu Akdeniz’den Güney Kafkasya’ya uzanan geniş coğrafya, büyük güçlerin
yeniden konumlandığı görünmez bir satranç tahtasına dönüşmüş durumda. Üstelik
bu defa taşlar sadece askerî veya siyasi güce göre hareket etmiyor; enerji
koridorları, iklim politikaları, teknoloji rekabeti ve hatta su kaynakları bile
oyunun kurallarını yeniden yazıyor.
Bu yeni çağın en dikkat çekici
yönü, büyük güçlerin baskın olduğu o eski dünya düzeninin giderek çözülmesi.
Çok kutupluluk, artık bir teoriden ibaret değil; devletlerin günlük diplomatik
reflekslerine sirayet eden bir pratik hâline geldi. Orta ölçekli devletler ise
eskisinden daha fazla alan kazanmış durumda. İşte tam bu noktada Türkiye,
“oyunu izleyen” değil, oyunun şeklini değiştiren aktörlerden biri olarak öne
çıkıyor.
Ankara’nın son yıllarda izlediği
çok vektörlü diplomasi, dış politikayı bir tercih değil, bir zorunluluk olarak
yeniden tanımlıyor. Bir yandan NATO üyesi kimliği korunurken, diğer yandan Türk
Devletleri Teşkilatı’nın kurumsal derinliği artırılıyor. Orta Koridor’ un her
geçen gün daha da belirginleşmesi, Türkiye’yi sadece bir geçiş noktası olmaktan
çıkarıp ticaretin, enerjinin ve stratejik iletişimin merkezlerinden biri hâline
getiriyor. Küresel rekabetin en sert yaşandığı alanlardan biri olan enerji
güvenliğinde de Türkiye artık kendi bölgesinin değil, kıtanın tamamının oyun
kurucularından biri.
Tüm bu dönüşümün ortasında
gözlerden kaçan bir gerçek var: Dünya artık çatışmalarla değil, kaynaklar ve
koridorlar üzerinden yeniden şekilleniyor. İklim krizi, savaşlardan daha sessiz
ama daha yıkıcı bir güç olarak uluslararası sistemi zorluyor. Bu nedenle
önümüzdeki on yıl, diplomasiden çok strateji, slogandan çok akıl, güç
gösterisinden çok esneklik devri olacak.
Türkiye’nin bu sessiz fırtınada
ayakta kalması, hatta güçlenmesi, bu esnekliği doğru okuyup doğru hamleler
yapmasına bağlı. Coğrafyanın ülkelere kader biçtiği doğrudur; ama o kaderi
yeniden yazmak da mümkündür. Özellikle de rüzgâr, bozkırın derinlerinden gelip
dünyaya yeni bir yön veriyorsa…
