Doç. Dr. Çağlar ERBEK
Göğe baktığınızda ne görürsünüz? Mavi bir sonsuzluk mu,
yoksa geçmişten bugüne aktarılan kutsal bir bakış mı? Türk mitolojik
zihniyetinin gökyüzüne yüklediği anlam, sadece bir doğa gözlemi değil,
Tanrı’yla kurulan sessiz bir ittifaktır. Tengricilik, işte bu ittifakın adıdır.
Bu inanç sisteminde Tengri sadece bir “gök tanrısı” değil,
evrenin kendisidir. Tanrıyı gökte arayan değil, göğün ta kendisini Tanrı olarak
gören bir medeniyetin sesidir. Antropomorfizme yer yoktur; heykellere, resimlere,
kitaplara da… Bu yüzden Tengricilik, Batılı teolojik kategorilere sığmaz.
Peygambersizdir, aracısızdır, sade ve doğrudandır.
Ama Tanrı ile insan arasında bir “aracı” yine de vardır: dağ
ve ağaç.
Eski Türkler, dağları kutsal bilirdi. Göğe en yakın olan
yerler oldukları için değil sadece, aynı zamanda göğe baktıklarında gördükleri
“yüksekliğin” kendisi olduğu için. Bir dağ, hem ritüelin yapıldığı yerdi, hem
yeminlerin edildiği; hem saklanılan, hem sığınılan bir mekân… Ataların ruhuyla,
doğanın gücüyle, zamanın döngüsüyle bir tür ilahi rezonanstı.
Ağaçlar da boşuna kutsanmadı. Yalnız, göğe uzanan, yaprak
dökmeyen ve meyve vermeyen ağaçlar Tanrı’yı simgeliyordu. Çünkü Tengri doğmaz,
doğurmaz. Başlangıcı yoktur, sonu da. Bu ağaçlar insanlara gölge sunduğu gibi,
kaderde de sığınaktır. Bir çocuğun, bir savaşçının, bir halkın gölgesinde
beklediği kutsal sessizliktir bu.
Köklere inildikçe daha derine varılır. Tengri, yalnızca
yukarıda değil; dağın içine, ağacın damarına, insanın iç sesine sinmiş bir
varlıktır. Bu yüzden Tengricilik bir “doğa dini” değil yalnızca; bir “varlık
bilgisi”, bir “kutsal ahlak” ve hatta bir “medeniyet estetiğidir.” Çünkü
kutsalı gökte aramak yerine, göğe uzanan her şeyde bulur.
Bugün bizlere düşen, bu sembolleri yeniden hatırlamak değil
sadece, onların taşıdığı düşünceyi yeniden kurmaktır: Yalınlık içinde
derinlik, doğayla kurulan samimi bir bağ, aracısız bir kutsallık...
Bazen en derin inançlar, en sessiz sembollerde saklıdır. Ve belki de bugün, göğe yeniden bakmanın, bir ağacın gölgesine oturmanın, bir dağın eteğinde susmanın vaktidir.