Doç. Dr. Çağlar ERBEK
"Göğün maviliğine bakınca, atalarımızın dualarını
duyar gibi olur insan. Tengri’nin adı, rüzgârla savrulan bozkır otlarının
hışırtısında, Orhun Yazıtları’nın satır aralarında, Cengiz Han’ın yeminlerinde
saklı. Peki bu kadim inanç, yalnızca bir ‘gökyüzü tapınımı’ mıydı, yoksa
insanlığın unuttuğu ortak bir dil mi?"
Sözün Kökleri: Tengri’nin Evrensel Yansıması
Tengri sözcüğünün izini sürmek, Sibirya’nın buzullarından
Pasifik’in dalgalarına uzanan bir yolculuğa çıkmak gibi. Bu kelime yalnızca
“gök” değil, “sınırsız olan”ın ta kendisi: denizlerin enginliği, bozkırların
sonsuzluğu… Paskalya Adaları’ndaki Tangaroa, Sümerlerin Dingir’i, Çin’in Tian’ı,
hepsi aynı kökün dalları gibi. Sanki insanlık, henüz diller bölünmeden önce,
göğe aynı sıfatı yakıştırmış.
Devletin Ruhu: Tengrizm ve Kut
Türk kağanları, “Gök’ün oğlu” sıfatını taşırken, Çin
imparatorları da “Tian’ın oğlu” idi. İki gelenek, aynı kozmik düzeni farklı
kelimelerle anlatıyordu. Yol Tengri kavramı, Taoizm’deki Dao ile
buluşur: “Yol”, hem fiziksel bir iz, hem de kaderin çizgisiydi. Göçebeler için
gökyüzü, yalnızca bir tanrı değil, bir pusulaydı; kağanlar ise onun
yeryüzündeki gölgesi.
Şamanizm mi, Monoteizm mi?
Batılı araştırmacılar, “ilkel” kabilelerin tek tanrılı bir
inanca sahip olamayacağını iddia ederken, Wilhelm Schmidt’in Urmonotheismus teorisi,
Tengri inancının arkaik köklerini hatırlatır. Yakutların Tanara’sı,
Altaylıların Ak Ayas’ı—hepsi “deus otiosus”tu: sessiz, uzak, ama
her şeye hükmeden. Belki de insanlık, tanrılar çoğaldıkça bu “tek”i unuttu.
Son Söz: Göğün Hafızası
Tengricilik, yalnızca tarih kitaplarında kalan bir inanç değil; bozkırın ruhunda yaşayan bir miras. Bugün Sibirya’da bir şaman, göğe bakıp algıs (dua) okuduğunda, Orhun’daki Bilge Kağan’ın sesiyle birleşir: "Gök çadırımız, yıldızlar kandilimiz." Belki de Tengri, bize yalnızca şunu fısıldıyor: “Unutma, köklerin göklerde.”